22 Eylül 2008 Pazartesi

ALINTI YAZI

Türkiye de Akademik Unvan Almada Karşılaşılan Güçlükler

Ülkemizde yükseköğretime çağdaş bir düzen getirmek amacıyla, cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman reform niteliğinde düzenlemeler yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.1933, 1944, 1970 ve 1980 li yıllarda bu anlamda bir dizi çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların en sonuncusu Yükseköğretime yeni düzenlemeler getiren #655334 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu#65533dur.1980 yılına kadar çok çeşitli ve dağınık bir yapı gösteren yükseköğretim kurumları üniversite çatısı altında toplanarak dağınıklıktan kurtarılmış ve disipline edilmişlerdir. 1980 yılına kadar üniversitede yetiştirmeye çalıştığımız akademisyen seviyesindeki öğretim elemanları oldukça zor denebilecek sınavlardan sonra derse girmeye hak kazanabiliyorlardı. Bu uygulama uzun yıllar ülkemizde akademisyen yetişmesini engellemişti. Fakat aynı yıllarda "akademi" adıyla açılmış bulunan yükseköğretim kurumlarından daha kolay unvan sahibi olunabiliyordu. O dönemdeki akademiler, akademik unvanın temeli sayılan doktora çalışması yaptırmadan, öğretim elemanlarının çalışma sürelerini de dikkate alarak, yeterlilik tezleriyle #65533doktorasız doçent ve profesör#65533 unvanlarını çok daha kolay bir biçimde verebilmekteydi. Bir müddet sonra bu ve benzeri durumlar o dönemdeki üniversitelerle akademiler arasında önemli çatışmalara yol açmıştı. Aynı dönemde, yukarıda da işaret edildiği gibi üniversitelerde unvan almak oldukça zor şartlara bağlanmıştı unvan alanlar da çeşitli bahanelerle hemen derslere sokulmuyordu. Bu durum hem rahatsızlık yaratıyor ve hem de yetişmiş insanımızın enerjisini tüketiyordu. Özellikle doktoralarını veya tıpta uzmanlık alanında çalışmalarını tamamlamış genç, enerjik ve aynı zamanda çalışmaya hevesli çok sayıdaki insanımız atıl bir durumdaydı.2547 sayılı kanun, o zaman için tıkanmış ve çatışmalı bulunan bu sistemin önünü açtı. Doktorasını veya tıpta uzmanlık eğitimini tamamlamış olan öğretim elemanlarını yardımcı doçent yaparak #65533yeni bir akademik unvan#65533 türetti. Bu akademik unvan Amerika daki yardımcı profesörlüğün karşılığıydı. Yeni kanun, Türkiye genelinde dağılmış yeni üniversitelerin açılmasını sağlarken, yetişmiş fakat kanun yoluyla önü tıkalı binlerce akademik personeli harekete geçirerek o günün şartlarında çok önemli bir hizmeti gerçekleştirmişti. Hareket geçen bu akademik personel, enerjisini bilime harcayarak ülke düzeyinde önemli gelişmeler sağlamışlardı.Ancak 2547 sayılı kanunun getirdiği bu yeni sistem ve yeni atılım, zamanla getirilen zor sınavlar ve sübjektif değerlendirme kriterleri yüzünden tekrar tıkanmayla karşı karşıya kaldı. Ülkemizin çok sayıda yeni üniversitelere ve yetişmiş öğretim elemanlarına ihtiyacı varken, yetişen elemanlarımızı, şartlarını her geçen gün zorlaştırdığımız yabancı dil sınavları ve ısmarlama jürilerle âdeta yıldırmış bulunmaktayız. Aslında #65533bugünkü bütün medenî dünyanın kabul ettiği akademik unvan doktora veya tıpta uzmanlık#65533 olmasına rağmen, Yükseköğretim Kurulu gün geçtikçe sübjektif ve zor sınavlarla bazı unvanların elde edilmesini zorlaştırmıştır.Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı tarafından her yıl yayınlanan "Millî Eğitim Sayısal Veriler 2000" kitapçığındaki rakamlara göre 1999-2000 öğretim yılındaki #65533toplam 22131 öğretim üyesinin 8239 u profesör, 4774 ü doçent ve 9118 i yardımcı doçent#65533tir. Rakamlardan da anlaşıldığı gibi şu andaki Yükseköğretim Kurulu mevzuatına göre akademik unvanlar içerisinde doçentliğin elde edilmesi zorlaştırılırken, profesör ve yardımcı doçentlik unvanları daha kolay elde edilebilen unvanlar hâline getirilmiştir. Bu durum bilimsel bazda unvan sıralamasına aykırıdır. Genel olarak unvanlar küçük olandan büyük olana bir seyir takip etmesi gerekir. Fakat rakamlardan da anlaşıldığı gibi doçentlik unvanı, istatistik bilimcilerini de hayretler içinde bırakan bir sapma göstermektedir. İstatistik biliminde hata olamayacağına göre, hiçbir yoruma sapmadan sistemin hatalı olduğunu açık ve net olarak belirtmek gerekir. Tekrar belirtiyoruz: Sistem hatalıdır. Sistemin hatasını genç, dinamik akademisyenlerimiz zararını ise, ülkemiz çekmektedir. Akademisyenlerimizi genç yaşlarında bıktırıp, enerjilerini yanlış yollara harcamasını sağlıyoruz.

Yard.Doç.Dr. Kazım Yıldırım
Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi

15 Eylül 2008 Pazartesi

HASTANELERDE ÖZEL GÜVENLİK HİZMETLERİ

Ülkemizde 5188 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ve sistemin yavaş yavaş oturması ile birlikte, kamu ve özel sektörde olağanüstü bir hızla güvenlik hizmetleri özelleştirilerek yaygın hale gelmiş ve diğer sek törlerde olduğu gibi kamuya ve özel sektöre ait hastane yönetimleri de bu uygulamaya kısa sürede adapte olmuşlardır.

Bilindiği üzere hastanelerimizde özel güvenlik hizmetlerinin başlıca hedefi, hastaların, refakatçilerin, hasta ziyaretçilerinin ve hastanede çalışanların rahat ve güven içinde bulunması, hastane içinde huzur ve sükunun sağlanması, hastaneye ait alanlarda, trafiğin düzenlenmesi, son derecede maddi değeri yüksek olan ve tıp alanında kullanılan elektronik cihazlar ile diğer demirbaş eşya ve sarf malzemelerinin bulunduğu depoların korunması, kötü niyetlilerin, ortamdaki huzura, mala ve cana muhtemelen yapılabilecek tecavüzlere karşı mer'i mevzuata göre verilen yetkiler çerçevesinde önlem alınarak ve hukuk kuralları çerçevesinde güvenlik hizmetlerini yürütmesi amaçlanmıştır.

Özel Güvenlik elamanlarının hastanedeki asli görevi: Resmi kolluk kuvvetlerinin görev ve yetki alanlarının dışında kalan ön gözetim, denetim tedbirlerini almak, yönetimce konan kuralları yerine getirmesi için belirlenen bölgelerde ve görev saatleri süresince gözetim, denetim ve kontrol hizmetlerini haftanın yedi günü yirmi dört saat belli kural ve çerçeve dahilinde yapmaktır. Özel güvenlik elemanları resmi kolluk kuvvetlerinin görev alanına giren konularda da en yakın resmi genel kolluk görevlilerine ve idareye bildirmekle yükümlüdür.
Hastanelerin güvenlik hizmetlerinde özelleştirme başlangıç safhalarında, kamuya ait bazı hastanelerimizde, güvenlik görevlileri ile hasta yakınları arasında zaman zaman basına da akseden münferitte olsa tatsız hadiseler yaşanmış, yaşanan nahoş olaylar bazen olduğundan fazla abartılmış, zaman içinde personelin ortama uyumu ve toplumun özel güvenlik personeline bakış açısı geliştikçe bu ve buna benzer sorunların üstesinden gelindiği müşahede edilmektedir.

Toplumumuzda diğer toplumlara nazaran halen akraba ve aile bağlarının kopmadan yaşatılması, askerde iken yakınlarından bir mektup alması, hapishanede iken bir yakınının görüşe gelmesi ve hastanede yatarken bir ziyaretçisinin geleceğini ümitle beklemesi bir realite olduğuna göre, bu tür ortam ve yerlerde bulunan insanlarımız ve yakınlarının manevi duygularının en yoğun yaşandığı mekânlar olduğu hepimizce bilinmektedir.
Bu itibarla, özellikle hasta hasta ziyaretine gelen insanların kapıda onlara yol ve yön gösteren yetkililerden sevgi ve şevkatle yaklaşılmasını beklemektedirler. Hastane kapılarında görevli özel güvenlik personellerine bu duygu ve düşüncenin aşılanması bu konularda bilgilendirilip bilinçlendirilmesi, özellikle ziyaret saatlerinde yardım isteyenlere hoş görü, sevgi ve şefkatle yaklaşılması, ziyaretçiler ve görevliler arasındaki bağı kuvvetlendirecek ve basın yayın organlarında haber bültenlerine konu olan hasta yakınları ile güvenlik personeli arasında yaşanan münferit hadiselerin belleklerden silinmesine yardımcı olacağı kanatindeyim.
Hastanelerde güvenlik hizmeti sunmak hiç de kolay bir iş değildir, sürekli hareket halinde olan insanların telaşlı bir şekilde bir kattan diğer kata, bir kapıdan diğer kapıya koşuşturmaları, maalesef bürokrasimizin insanların canına tak dedirttiği bu ortamlarda onları anlayabilmek, görev süresince sürekli teyakkuz halinde olmak, insanlarla iç içe yaşamak ve her türlü soruya muhatap kalmak, orada bulunanlara yol ve yön göstermek güvenlik personeline düşmektedir. Bu itibarla güvenlik personellerine toplumsal sorunlar, insan psikolojisi, iletişim, kalabalık yönetimi gibi konularda hizmet içi eğitime tabi tutulması ve strese karşı eğitilerek stresle başedebilmek için psikolojik formasyon eğitimi vermek kaçınılmaz hale gelmektedir.
Hasta ve hasta yakınlarına yol ve yön gösterme görevini yerine getirirken, özellikle bazı devlet hastanelerimizde yaşanan hasta yakınları veya üçüncü şahıslardan hekimlere ve hemşirelere yapılan sözlü-fiziksel saldırıları, hekimler ve hemşirelere yönelen şiddet olaylarını en aza indirmeyi amaçlamalıyız. Sağlık personelinin, yoğun mesaileri içerisinde hasta veya hasta yalanlan ile tartışma içine girebildiğini asla aklımızdan çıkarmamalıyız, hastanelere giriş-çıkışta mutlaka ateşli veya kesici delici silah kontrolü yapılatarak ortamı muhtemel yaşanabilecek kötü olaylara karşı arıtmalıyız.

Personelin gereksiz tartışmalardan uzak kalabilmesi için; Görev süresince görev dışı işlerde uğraşmayacak, iş takibinde bulunmayacaktır. Hastane Personeli veya başka hizmet sunan firma personeli ile lüzumsuz olarak kişisel veya resmi tartışmaya girmeyecek, Yönetimin tüm gruplara ilişkin talimatları çerçevesinde kendilerine yazılı görev olarak verilen hususları takip edecek, gerekli denetim ve kontrolleri yapmak suretiyle kendi yetki ve sorumluluğunu aşan hususlarda bağlı bulunduğu amiri vasıtası ile hastane idaresine aktarılmasını sağlayacak. Çalışma saatleri dışında gelen çalışanların, verilmiş izinler çerçevesinde (Yönetimin uygun gördüğü şekilde) kontrollü olarak ilgili bölümlere alınmalarını temin etmek suretiyle insiyatif kullanmadan herkese adil ve eşit davranacaktır.

Tabiki ziyaret saatlerinin dışında kalan zaman diliminde ise hastanelerin iç güvenliğinin yanı sıra dış güvenliğinin sağlanması son derece de önem arz etmektedir. Hastanelerde periyodik güvenlik hizmeti yerine geti¬rilirken aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi gerekmekte güvenlik personeli bu hususlara karşı eğitilmeli ve donatılmalıdır.
Olası yangın ve depremlerde Kurtarma operasyonları ve tehlikeli durumlarda güvenliği sağlamak, Afet süresinde jandarma ve hastane güvenlik birimlerinin birlikte çalışmasını sağlanmak.

Zamansız ziyaretçi girişlerini düzenlemek. Yasak bölgelerde yetkisiz kişilerin girmesini önlemek, güvenliği olmayan bölgelere girilmez işaretlerinin yerleştirilmesini sağlamak, İhtiyaç halinde itfaiye ve polis ile ilişki kuracak teknik imkanı sağlamak, Ambulans park yerine park etmiş arabaların kaldırılmasını ve daima açık tutulmasını sağlamak, Yasalar çerçevesinde sabotaj, hırsızlık, yangın, trafik, yağma, darp ve müessir fiil gibi tehdit, tehlike ve tahribata karşı insan unsuru kullanılarak koruma, kollama, gözetim ve denetim hukuki kurallara uymak suretiyle görevin ifasını kusursuz olarak yürütmektir.

Başta Yüce Türk Milleti olmak üzere tüm insanlığa, kederden ve kaygıdan uzak, kazasız belasız, nice sağlık dolu kutlu ve mutlu güvenlikli bir yaşam dilerken, sektörümüzde çalışan vefakâr güvenlik görevlilerimize de başta sağlık, işlerinde kolaylık ve başarılar diliyorum.

12 Eylül 2008 Cuma

YENİ İDARECİ ARKADAŞLARA NASİHAT

"Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler. İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler. İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş:
Fabrika müdürü elinde kahve fincanı,ağzında piposu, ayakları masanın üstünde, etrafa halka dumanlar yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok. Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet azaları bu müddet zarfında müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız bir kaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler. Heyet aldığı intibadan memnun İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsur saat zarfında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden bir çok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş. Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli düşmüş. Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu olmuş.; böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler. Yeni heyet müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş; aldıkları cevap şu:
Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı. O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki :
-Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, piposunu içer, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu,ileriyi görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.
Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş. İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz kabil olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir tarihçisi kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı çıkmaz. Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu yenmek ve ancak ve ancak kendimiz için karar
vermektir. "

Şimdi bu yazı neden yayınlandı diye merak edebilirsiniz. Hastane Yönetiminde görevlendirilen kişilerin farkı hissettirmeleri için yaklaşık 1 ay gibi bir süre geçti. Bu sürenin kısa olduğunu biliyoruz. Ancak kararlı davranmak en önemli özellik olmalıdır. Tedirgin davranmak zarardan başka bişey getirmeyecektir. Hikayedeki gibi çok iş yapıyormuş gibi görünüp şekilli davranış ve pozlar yapmanın itici olduğu unutulmamalıdır. İdarecilikte en önemli şey yetkiyi paylaşmaktır. En iyi ben bilirim, ben olmasam burası yürümez, burası bensiz batar gibi havadan bahaneler ancak sistemi olmayan kurumlarda görülür ki bu kurumlar zarardan kendilerini kurtaramazlar. Çünkü iyi yönetilmiyorlardır. Yetkiyi paylaşmak bir erdemdir, başarıyı getirir.

Başarı dileklerimizle...