Türkiye de Akademik Unvan Almada Karşılaşılan Güçlükler
Ülkemizde yükseköğretime çağdaş bir düzen getirmek amacıyla, cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman reform niteliğinde düzenlemeler yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.1933, 1944, 1970 ve 1980 li yıllarda bu anlamda bir dizi çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların en sonuncusu Yükseköğretime yeni düzenlemeler getiren #655334 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu#65533dur.1980 yılına kadar çok çeşitli ve dağınık bir yapı gösteren yükseköğretim kurumları üniversite çatısı altında toplanarak dağınıklıktan kurtarılmış ve disipline edilmişlerdir. 1980 yılına kadar üniversitede yetiştirmeye çalıştığımız akademisyen seviyesindeki öğretim elemanları oldukça zor denebilecek sınavlardan sonra derse girmeye hak kazanabiliyorlardı. Bu uygulama uzun yıllar ülkemizde akademisyen yetişmesini engellemişti. Fakat aynı yıllarda "akademi" adıyla açılmış bulunan yükseköğretim kurumlarından daha kolay unvan sahibi olunabiliyordu. O dönemdeki akademiler, akademik unvanın temeli sayılan doktora çalışması yaptırmadan, öğretim elemanlarının çalışma sürelerini de dikkate alarak, yeterlilik tezleriyle #65533doktorasız doçent ve profesör#65533 unvanlarını çok daha kolay bir biçimde verebilmekteydi. Bir müddet sonra bu ve benzeri durumlar o dönemdeki üniversitelerle akademiler arasında önemli çatışmalara yol açmıştı. Aynı dönemde, yukarıda da işaret edildiği gibi üniversitelerde unvan almak oldukça zor şartlara bağlanmıştı unvan alanlar da çeşitli bahanelerle hemen derslere sokulmuyordu. Bu durum hem rahatsızlık yaratıyor ve hem de yetişmiş insanımızın enerjisini tüketiyordu. Özellikle doktoralarını veya tıpta uzmanlık alanında çalışmalarını tamamlamış genç, enerjik ve aynı zamanda çalışmaya hevesli çok sayıdaki insanımız atıl bir durumdaydı.2547 sayılı kanun, o zaman için tıkanmış ve çatışmalı bulunan bu sistemin önünü açtı. Doktorasını veya tıpta uzmanlık eğitimini tamamlamış olan öğretim elemanlarını yardımcı doçent yaparak #65533yeni bir akademik unvan#65533 türetti. Bu akademik unvan Amerika daki yardımcı profesörlüğün karşılığıydı. Yeni kanun, Türkiye genelinde dağılmış yeni üniversitelerin açılmasını sağlarken, yetişmiş fakat kanun yoluyla önü tıkalı binlerce akademik personeli harekete geçirerek o günün şartlarında çok önemli bir hizmeti gerçekleştirmişti. Hareket geçen bu akademik personel, enerjisini bilime harcayarak ülke düzeyinde önemli gelişmeler sağlamışlardı.Ancak 2547 sayılı kanunun getirdiği bu yeni sistem ve yeni atılım, zamanla getirilen zor sınavlar ve sübjektif değerlendirme kriterleri yüzünden tekrar tıkanmayla karşı karşıya kaldı. Ülkemizin çok sayıda yeni üniversitelere ve yetişmiş öğretim elemanlarına ihtiyacı varken, yetişen elemanlarımızı, şartlarını her geçen gün zorlaştırdığımız yabancı dil sınavları ve ısmarlama jürilerle âdeta yıldırmış bulunmaktayız. Aslında #65533bugünkü bütün medenî dünyanın kabul ettiği akademik unvan doktora veya tıpta uzmanlık#65533 olmasına rağmen, Yükseköğretim Kurulu gün geçtikçe sübjektif ve zor sınavlarla bazı unvanların elde edilmesini zorlaştırmıştır.Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı tarafından her yıl yayınlanan "Millî Eğitim Sayısal Veriler 2000" kitapçığındaki rakamlara göre 1999-2000 öğretim yılındaki #65533toplam 22131 öğretim üyesinin 8239 u profesör, 4774 ü doçent ve 9118 i yardımcı doçent#65533tir. Rakamlardan da anlaşıldığı gibi şu andaki Yükseköğretim Kurulu mevzuatına göre akademik unvanlar içerisinde doçentliğin elde edilmesi zorlaştırılırken, profesör ve yardımcı doçentlik unvanları daha kolay elde edilebilen unvanlar hâline getirilmiştir. Bu durum bilimsel bazda unvan sıralamasına aykırıdır. Genel olarak unvanlar küçük olandan büyük olana bir seyir takip etmesi gerekir. Fakat rakamlardan da anlaşıldığı gibi doçentlik unvanı, istatistik bilimcilerini de hayretler içinde bırakan bir sapma göstermektedir. İstatistik biliminde hata olamayacağına göre, hiçbir yoruma sapmadan sistemin hatalı olduğunu açık ve net olarak belirtmek gerekir. Tekrar belirtiyoruz: Sistem hatalıdır. Sistemin hatasını genç, dinamik akademisyenlerimiz zararını ise, ülkemiz çekmektedir. Akademisyenlerimizi genç yaşlarında bıktırıp, enerjilerini yanlış yollara harcamasını sağlıyoruz.
Yard.Doç.Dr. Kazım Yıldırım
Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder