NASIL BİR ÜNİVERSİTE İSTİYORUZ ?
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu (YÖK), 12 Eylül 1980 darbesiyle işbaşına gelen askerî yönetimin ilk icraatlarından biriydi. Üniversiteleri birer kışla haline getirme idealini gizlemeyen bu kanun, ilk günlerinden itibaren hemen her siyasi çevreden ağır eleştirilere hedef oldu. Aradan geçen yirmi küsur yıl zarfında, yapılan otuz küsur değişiklikle kanun giderek sivilleşen ve demokratikleşen rejimin ihtiyaçlarına uydurulmaya çalışıldıysa da, getirdiği düzen temel vasıflarını korudu. Mimarlarından İhsan Doğramacı bile sonunda, YÖK düzeninin akademik özgürlüğe yer vermediğini teslim etmek zorunda kaldı.
Eğer AB standartlarında bir demokrasi kurulacak ve toplumun üniversiteden beklentilerine cevap verilecek ise, YÖK kanununun (ayrıca, anayasanın ilgili maddelerinin) değişmesi elzem: Mali özerkliğin ne ölçüde mümkün olabileceği sorgulanabilir, ama üniversitelerin akademik ve idari özerkliklerinin güven altına alınması, bu kurumların işlevlerini yerine getirebilmeleri açısından şart.
Kendilerine sözde bayrak edindikleri “Atatürk ilke ve inkılaplarını” ne özgürlüğe ne de demokrasiye yer bırakacak bir şekilde yorumlayan çevreler hariç tutulursa, YÖK’ün değişmesi gerektiği konusunda toplumda yaygın bir mutabakat var. Bu talebe cevap vermek üzere hükümetçe hazırlanan tasarı çeşitli eleştirilere konu oldu. Bunun üzerine, haklı olarak attığı hemen her adımda uzlaşma arayan hükümet, bir süre daha uzlaşma için beklemeye başladı.)
Hal böyle iken, "ce ha pes"taraftarları sanki ülkede “şeriat devleti” kuruluyormuş ve “aklın yerine vahiy” geçiriliyormuş gibi hükümete karşı tümüyle haksız bir kampanya başlatmaları, (Kubilay ve Menderes çağrışımları yaparak) adeta askerî darbe kışkırtıcılığına girişmeleri hiç de şaşırtıcı olmamıştır.
Toplumun ezici çoğunluğunun neyi istemediği belli: Belirli siyasi anlayışların kayırıldığı, siyasi kavgalar yüzünden iş yapamaz hale gelen üniversite istemiyoruz! Eğer “üniversitenin siyasallaştırılmaması”ndan kastedilen bu ise, kargaşa kışkırtıcıları dışında herkes bunun yanında.
Öğretim üyelerinin ezici çoğunluğunun istediği belli: Üniversiteler özerk olmalı, yani siyasi iktidarlar üniversitelerin eğitim ve araştırmayla ilgili işlerine burnunu sokmamalı. Akademik özgürlük, yani öğretim üyelerinin diledikleri soruları, diledikleri bilim yöntemleriyle araştırma hürriyeti güven altında olmalı. Bütün vatandaşlar gibi “Üniversite hocası veya öğrencileri (de) üniversite içindeki ve dışındaki faaliyetlerinde her düzeydeki yöneticileri sorgulama, genel kabul gören hususları kınama, ihtilaflı veya popüler olmayan fikirleri ileri sürme özgürlüğüne sahip olmalı.” (Bkz: İ. Doğramacı, Sabah, 6 Ocak 2003)
Bilim adamlarının üzerinde ısrarla durmaları gereken husus da belli: Üniversitelerde akademik standartlar titizlikle korunmalı. Bu standartlar ancak bilim adamları topluluğu tarafından korunabilir. Ne var ki, bilim adamı vasfına haiz öğretim üyelerinin sayısı çok sınırlı olduğu için, bugünün koşullarında Türkiye’de ulaşılması en güç ideal bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder